Bodrum Gigapan

2007 yılın yapılan çekimi yayınlıyorum. En kısa zamanda daha detaylı Bodrum'u çekip yayınlamış olacağım

Saint Pierre Kilisesi


Saint Pierre Kilisesi Stauris dağının (Haç dağı) batısında kayalara oyulmuş 13m derinliğinde, 9,5m genişliğinde, ve 7m yüksekliğinde bir mağaradan oluşmaktadır. Antakya'daki ilk Hıristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bu mağara Hıristiyanlığın en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilir. İncil'in 'Resullerin İşleri' (11:25-27) bölümünde Barnabas'ın Tarsus'a giderek Pavlos'u Antakya'ya getirdiği, Antakya'da bir yıl birlikte çalışarak Hıristiyanlığı yaydıkları ve bu dine inananlara 'Hıristiyan' adının verilmesinin Antakya'da gerçekleştiği bilinmektedir. Bu bilgilere ek olarak Pavlos'un Galatyalılara yazdığı mektupta (Galatyalılara 3:11-21) Antakya'ya gelen Petrus ile Hıristiyanlığın o günkü durumunu tartıştığını belirtmektedir. Hıristiyan geleneği Petrus'u Antakya Kilisesi'nin kurucusu ve burada oluşan Hıristiyan topluluğun ilk başpapazı olarak kabul etmiştir. Kilisenin erken döneminden günümüze sadece taban mozağinin parçaları ve sunağın sağında, duvar boyamalarının izleri kalmıştır.

Adana Atatürk Evi Müzesi



  Müze binası, Seyhan Caddesi üzerinde 19.yy. da yapılmış geleneksel Adana evlerindendir. İki katlı, çıkmalı, kırma çatılı, kâgir bir yapıdır. Bu özellikleri nedeniyle yapı Bakanlıkça "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı" olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır. 15 Mart 1923'te Atatürk eşi ile birlikte Adana'ya geldiğinde, Ramazanoğulları'ndan Suphi Paşa'ya ait olan bu binada ağırlanmışlardır.

Adana Sinema Müzesi

 
   Tarihi Tepebağ Mahallesi'nde sıralı konaklardan ilkinin restore edilerek dönüştürüldüğü müze şu bölümlerden oluşuyor: Yılmaz Güney'e ayrılan bölüm. Hem ressam hem sinemacı olan Abidin Dino, romanlarıyla pek çok filme ilham kaynağı olmuş yazar Yaşar Kemal, yazar Orhan Kemal, yönetmen Şahin Kaygun, oyuncu Şener Şen, yönetmen Ali Özgentürk ve yine eserleriyle sinemaya ilham kaynağı olmuş yazar Muzaffer Üzgü'ye ayrılan bölümler bulunuyor. Bunların yanında, Adana Büyükşehir Belediyesi Altın Koza Film Festivalinin dününü ve

Titus Tüneli




   Samandağ ın 5 Km. kuzeyinde denize hakim yamaçlarda M.Ö. 300 yıllarında Seleuykos Nikator tarafından kurulan ve kurucusunun adı ile anılan şehrin, dağın hemen bitiminde , dağdan gelen derelerin ağzında bir iç limanı vardı. Sellerin bu limanı Doldurması tehlikesi ortaya çıkınca imparator Vespasianus zamanında dağ delinerek bir tünel açılması kararlaştırıldı tünel Titus zamanında tamamlandı ve derenin önü bir duvarla kapatılarak sel suları , yüksekliği 7 mt. genişliği 6 mt olan bu tünel vasıtası ile uzaklara akıtıldı ,

Beşikli Mağara

  
Antakya’nın 35 km. batısında, Musa Dağı’nın güneyinde kurulmuş antik bir kenttir. Bu bölgede ilk iskan M.Ö. 4500 yıllarına kadar iner. Bütün dünyaca bilinen tarihi Seleukoslarla başlar. Büyük İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan ve burayı da içine alan topraklar Seleucus’a kalır. Seleukoslar merkezleri Babil olmasına rağmen buradan Akdeniz’e hükmetmek istiyorlardı. Bunun güçlüğünü anlayan imparator önce burayı devletinin başkenti yapmayı düşünürdü

Hızır Türbesi




Hatay ilinde yer alan çok sayıda Hızır türbesi içinden ünlüsü Samandağı’nda yer alan türbedir. Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştuğu yer olarak kabul edilen kayanın üzerine kurulu.

Saint Simon Manastırı

  Stilitler tarikatının kurucusu Saint Simon Stilit(İ.S.389- 459) olarak kabul edilmektedir. Kilikya ile Suriye'nin birleştiği sınır bölgede doğduğu ve genç yaşta Antakya'da yaşamaya başladığı görülmektedir. Simon bir manastırda aldığı temel din eğitiminden sonra kendini kentin dışında bir hücreye kapattı. Burada 3 yıl yaşadıktan sonya kentin yakınında bir dağa çıkarak, burada kendini bir kayaya zincirledi ve çevresine çizdiği bir çemberin dışına çıkmadan yaşamaya başladı. Sabrı, dayanıklı, inancı kısa zamanda duyulduğu ve Hıristiyanlık dünyasının her yanından hastalar, dertliler, çaresizler vb. Simon'a akmaya başladılar.

Ahmet Arif Müze Kütüphane


   Diyarbakır'da, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Diyarbakırlı şair Ahmet Arif adına oluşturulan müze tamamlandı. ''Hasretinden Prangalar Eskittim'' dizelerinin ünlü şairi Ahmet Arif, adına ithaf edilen ''Ahmet Arif Müze Kütüphane''yle bir kez daha ölümsüzleşti.

Charles Köprüsü Müzesi (Muzeum Karlova Mostu)

Taç giyme geçit ve savaş, kutlamalar ve seller, teklik ve günlük yaşam - Charles Bridge hakkında her şey! Köprünün hayatı ve çevresindeki insanları, benzersiz yerleri ve eşsiz yapının tarihi ile bir araya getiriyor.

Kayalıoğlu tren istasyonu





     Kayalıoğlu tren istasyonu Akhisar/MANİSA

Yeldeğirmeni



17.yüzyıl yapımı Kempen anıtlar listesinin 23 numaralı yel değirmeni, ahşap değirmen boji üzerine kurulmuş.

Ayvalı village of Urgup


Ayvalı village of Urgup

Withdrawal date: 18 07 2010 15:03
Dimensions:         5000 x 1718
File name:            8.54M
File size:
Camera:
Focal length:        35mm
Exposure:            1/250
Aperture:             f/9
ISO:                   100
Camera model:
Flash: Not used
Exposure Compensation:
Number of Views:

Prag - Prague - Praha

Prag (Çekçe Praha) Çek Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri. Geçmişte Çekoslovakya'nın da başkentiydi. Orta Bohemya da Vltava Nehri'nin üzerinde yer alır ve 1.2 milyon nüfusu vardır. İş dünyası istatistiklerine göre bu sayıya ek olarak 300.000 kişi de resmi kaydı olmaksızın Prag'ta yaşamaktadır. Prag, geniş bir kitle tarafından dünyanın en güzel şehirlerinden biri olarak gösterilir. Prag "Altın Şehir", "Doksanların Sol Bankası", "Masal Şehri", "Şehirlerin Anası" ve "Avrupa'nın Kalbi" gibi isimlerle de anılır. Prag'ın bir özelliği de II. Dünya Savaşı'nda pek zarar görmemiş olmasıdır. Bu sayede birçok tarihi ev ve mekanı barındırır. Bu yerler arasında St. Vitus Katedrali de yer alır. Turizm alanında son yıllarda çok fazla rağbet görmektedir. 1992'den beri Prag'ın tarihi merkezi, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)'nun Dünya Mirasları listesinde yer almaktadır.

Soğmatar Antik Kenti


Soğmatar Antik Kenti; Roma dönemine (M.S. 2. yüzyıl) tarihlenen bölge, Abgar Krallığı döneminde Harranlıların Tektek Dağları bölgesinde; ay ve gezegen tanrıları için tapındıkları bir kült merkezi olduğu bilimsel olarak tespit edilmiştir. Soğmatar kült yerinde; Ay tanrısı Sin’e tapınılan bir mağara (Pognon Mağarası), yamaçlarında yer yer tanrı kabartmalarının ve zemine kazılmış yazıtların olduğu bir tepe (Kutsal Tepe), 6 adet kare ve yuvarlak planlı mozole (Anıt Mezar), iç kale ve ana kayaya oyulmuş çok sayıda kaya mezarı bulunmaktadır. Sogmatar kült yeri, özellikle M.S. 165 yıllarında Partların (İranlılar) Urfa bölgesine yaptıkları yoğun saldırılardan dolayı bölgeden kaçan halk tarafından kurulmuş ve İslam Dönemi’ne kadar kült merkezi özelliğini korumuştur. Şuayb Şehri yerleşimindeki insanların Soğmatar’ı mezarlık ve ibadet yeri olarak kullandıkları Sogmatar’da bulunan bazı dinsel motiflerin bulunmasından anlaşılmaktadır. Sogmatar’da, Şuayb Şehri gibi su ihtiyacını karşılamak için ana kayaya oyulmuş su kuyuları bulunmaktadır. Soğmatar Antik Kentindeki tarihi kuyunun Hz. Musa Kuyusu olduğu rivayet edilir. Soğmatardan sonra devam eden yol 27 km. sonra sizi Urfa-Viranşehir yol kavşağına çıkarır. Bu yoldan doğuya, Viranşehir istikametine 29 km gidilince Eyyub Nebi Beldesi yol ayrımı karşınıza çıkar. Yol ayrımından 16 km. sonra ise Sabrın Sultanı Hz. Eyyub Peygamberin defnedildiği mukaddes beldeye varırsınız, Eyyubnebi Beldesi…

Strahov Library 40 Gigapixels


London gigapixel


Şuayb Antik Kenti

Şuayb Antik Kenti, Hanel Ba’rur’dan 11 km. sonradır. Harran’a ise 38 km uzaklıktadır. Şuayb Antik Kenti Geç Roma dönemine (M.S. 4-5. yüzyıl) tarihlenen bir yerleşim yeridir. Efes’i andıran mimarisinden dolayı Güneydoğu’nun Efes’i olarak da tanımlanır. Şuayb Peygamber’in buradaki bir mağarayı ev ve ibadethane olarak kullandığı rivayet edilir. Bu antik kent ismini bu rivayetten alır. Halen bölgedeki bir mağara Şuayb Peygamberin makamı olarak ziyaret edilmektedir. Bu yerleşim yerinde çeşitli tarihlerde bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonucu varılan ortak görüş, Şuayb Şehri isminin Arapçada “Eski İnsan Şehri” anlamına geldiği ve bu yerleşim içinde yer alan evlerin ise Harran Ovası’nda yaşayan insanların yazlıkları olduğu şeklindedir. Bu evler tipik Roma evleri tarzında yapılmış olup üçgen alınlıklı, çatılı ve etrafı duvarla çevrili bir avlu ve evin altında yer alan ana kayaya oyulmuş bir kilerden oluşmaktadır. Her evin içinde bir su kuyusu bulunmaktadır. Evlere girişler avlu duvarlarında yer alan kapılardan yapılmaktadır. Bu kapılar ise ızgara planlı sokaklara açılmaktadır. Şuayb Antik şehrinde bugüne kadar kapsamlı bir arkeolojik araştırma yapılmamıştır. Yapılacak arkeolojik çalışmalar bu antik kentin bilinmeyen gizemli yönlerini ortaya çıkaracaktır.

Halfeti

İlçe Şanlıurfa ilinin Kuzeybatısını oluşturmaktadır. Batısında Gaziantep iline bağlı Araban,Yavuzeli ve Nizip ilçeleri, Kuzeyinde Adıyaman iline bağlı Besni ilçesi,Doğusunda Bozova, Güneyinde ise Birecik ilçesi bulunmaktadır. Yüzölçümü 646 Km2 dir. Rakım 525 Metredir. 37 derece - 15/37-52 Enlem ve boylam dereceleri arasında yer alır. İlçe merkezinin Fırat sahili yeşil bir kıyı şeridi şeklindedir. Sahilden itibaren en geniş yerde 200 metreden sonra sarp kayalıklar başlar. İlçe merkezi bu kıyı şeridi üzerinde ve sarp kayalıkların yamacında kurulmuştur. İlçe arazisinin,(381.000) dekarlık bölümü ekilebilir niteliktedir. Bu alanın (191.000) dekarı Antep fıstığı,bağ ve az miktarda olmak üzere zeytin ağaçlan ile kaplıdır. Kalan kısımlarda hububat ekimi yapılır. İlçe arazisinin ekilebilir alanlar dışındaki bölümü,taşlık ve kıraç bir görünüm arzeder. Yağışın yeterli olduğu yıllarda, küçük baş hayvan beslenmesinde elverişli bir bitki örtüsü bu görüntüyü önemli ölçüde değiştirir. İlçenin Güneyin de bulunan Yeşilözen, Fıstıközü, Bulaklı ve Kavaklıca köylerinde sulu tarım yapılmasına elverişli bir arazi yapısı görülür. İlçenin iklimi Fırat nehrinin etkisiyle bir mini klima oluşturur. Akdeniz iklimi karakteri gösterir. Isı yazın en sıcak günlerde gölgede 40 güneş de 50 derecedir. Kış aylarında en fazla eksi 5 dereceye düşmektedir. Kar yağışı pek nadir rastlanan olaydır. Don olayı da çok nadir olarak gerçekleşmektedir. İlçenin en önemli akarsuyu Fırat nehridir. Bulaklı köyünden çıkarak Bulaklı,Kavaklıca ve Birecik Ayran kasabasından geçerek Fıraf'a karışan Arş pınarı, ilçe merkezindeki başpınar, Çekem Mahallesinde bulunan süt pınarı ve Gözeli köyünde bulunan Göze pınarı belli başlı akarsulardır. Fıstıközü köyünde bulunan kaynak suyu ile de, Fıstıközünde sulu tarım yapılabilmektedir. Tanm suları 250-300 metre derinliktedir. Ancak yapılan sondaj çalışmaları sonucunda,bu derinliklerde dahi bol su elde edilmemekte,ortalama 3 litre/ sn civarında verime ulaşılmaktadır. Ekilebilir nitelikteki alanlar bağ ve Antep fıstığı ile kaplıdır.

İstanbul


Ihlara Vadisi Belgeseli


Interview with photographer Antoine D' Agata



These are words of photographer Antoine d Agata who travelled to Cambodia in order to find the limits of his own morality, with unconsciousness and desire being the main themes. Drug abuse, sexual acts and inertia underlie the unsettling images used in this film. The dark, stifling room of prostitute Lee in Phnom Penh functions as residence and studio of the photographer. As time passes, journalist Philippe Azoury visits his photographing friend who is starting to doubt his own unconventional method and his overall work as a photographer.

Çifte minareler



Erzurum’un sembolü haline gelen Çifte Minareli Medrese’nin kitâbesi olmadığından, yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi de denilmektedir. Genellikle 13. yüzyılın sonlarında yaptırıldığı kabul edilmektedir. Osmanlı Padişahlarından 4.Murat’ın emri ile bir süre “Tophane” olarak, daha sonra da “Kışla” olarak kullanılmıştır. 1942-1967 yılları arasında Erzurum Müzesi olarak kullanılan medrese, günümüzde çay bahçesi ve resim sergi salonu olarak kullanılmaktadır. Medrese yaklaşık 35x46 m. boyutlarındadır. İki katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu medreseler grubundandır.
Zemin katta ondokuz, birinci katta ise onsekiz oda bulunmaktadır. Avlu 26x10 m. ölçülerinde dört yönden revaklarla çevrili olup, girişin batısındaki kare mekânın vaktiyle mescid olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zemin katın revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır. Sütunların çoğu silindirik, dördü sekizgen gövdeye sahiptir. Odalar beşik tonozla örtülüdür.
Medrese’nin bezemesinde kullanılan geometrik motifler, Selçuklu taş süslemesindeki örneklerdir. Bezemenin ağırlık unsuru bitkisel öğelerdir. Palmet ve rumi motiflerin en çok kullanılanıdır ve her ikisi de birbiri ile uyum içindedir.
Çifte Minareli Medrese’nin en önemli yanlarından biri hiç şüphesiz figürlü süslemesidir. Taç kapı taşıntısının her yüzünde süslemelerle kuşatılmış, dört adet pano bulunmaktadır. Panoda palmiye (hayat ağacı), iki başlı kartal ve altta iki ejder figürü yer alır. Güney eyvanın dış duvarlarına bitişik inşâ edilen iki katlı kümbetin gövdesi oniki köşelidir. Kümbetin üstü dıştan külah, içten kubbe ile örtülüdür. Saçağı, süsleme şeritler ve silmelerle bezenmiştir. Dört kollu bir düzenlemeye sahip, cenâzelik kısmı çapraz tonozla örtülüdür.

panoramic photos...

Meet us at Ascot Speedway - March 5, 1916- Photo by George Prince


Butte Motorcycle Club - Todd Photo & Film Co., Sept 5, 1914


Venice Bathing Beauty Pageant - *M.F. Weaver, July 8, 1926


Wreck on I.C.R.R., near Farmer City, Ill., Oct 6,'09 - International Stereograph Co


Street Scene, San Benito, Texas


Street Scene, St. Petersburg, Florida


Street Scene, Oklahoma


Kırkgöz Yeraltı Şehri




Yer altı şehri Kasabanın güney tarafında yer almaktadır. Giriş güney taraftan yapılmaktadır. Bu girişlerin bazılarında yaklaşık birbirine yakın ölçülerde 1,5 mt. çapında yuvarlak tırhaz taşları kullanılmıştır. Bunlardan bir kısmı orijinal yuvasında olup, bir kısmı ise yerinden çıkarılmıştır. Giriş kısımların dar olması mekanlara girişi güçleştirmektedir. Odalar düzensiz dikdörtgene yakın veya yuvarlağa yakın oval biçimli olup, düzenli plan vermemektedir. Yer altı şehrini iç kısımlarına dar ve engebeli koridorla ulaşılmakta iç kısımlarda sığınıldığında kullanılan odalar ve su ihtiyacını karşılamak için açılmış, kayaya oyulmuş, görünen kısmı 8 metre derinliğinde olan kuyu yer alır. Kuyunun ağız kısmı suyu alabilmek için derin niş şeklinde açılmıştır. Kare şeklinde olan kuyu temizleyebilmek için içine inme amacına yönelik ayak basma yerleri açılmıştır. Yer altı şehri içerisinde bulunan mekanların birbirine bağlantısı dışında kapatılmış veya duvar ile örülmüş gezilemeyen çok sayıda bölümünün var olabileceğini gösteren kısımlar tespit edilmiştir.

Gaziemir Yeraltı Şehri



Güzelyurt ilçesine bağlı Gaziemir köyündeki yeraltı şehri Kapadokya'daki diğer yeraltı
şehirlerinden farklı yapısıyla dikkat çeker. Yeraltı şehrine taş örme bir koridordan geçilerek giriliyor. Ortada bir meydan ve meydanın çevresinde açılmış odalar bulunuyor. İki kilise, şarap yapım atölyesi ve çok sayıda şarap küpünün bulunduğu yeraltışehrinde erzak depoları, ocaklar, hayvan barınakları ile yaşam mekanları dikkat çekiyor. Bir nevi kervansaray mantığında yapılmış olan yeraltı şehrini
koridorlarında insanların yatarak dinlenebileceği bölmeler yapılmıştır.

İsmail Fakirullah Hz. Türbesi



Mevlâ Görelim Neyler, Neylerse Güzel Eyler
İsmail Fakirullah Hz.Hicri 1067 'de recep ayı Regaip kandiline rastlayan cuma gecesi dünyaya gelmiştir. Babası Hoca Kasım Efendi'dir. İsmail Fakirulluh Hz. çocuk yaşlarında ilim tahsiline başlamış ve hoca oluncaya kadar ilim tahsiline aralıksız devam etmiştir. 24 yaşındayken babasını kaybetmiş tir. Bu yaş ta evlenerek oturduğu camide müderrislik ve imamlık yapmaya başlamıştır. 30 yaşında annesini kaybettikten sonra Züht ve Takvasının gereği olarak kendisine bir tarla satın almış, bizzat kendi elleriyle asma ağaçları dikmiş ve geçimini sağlamak için çalışmıştır. Tarla ekmiş ekin biçmiştir.40 yaşına kadar günlerinin çoğunu oruçla geçirmiş,orucunu bir kaç üzüm tanesiyle açmıştır.40 gün konuşmadan, yeme içmeden kesilerek mana alemine dalmıştır. Kırkıncı gün gözünü açmış bir tas su içmiş ekşi nar aşı isteyip bir parça ekmekle yemiş ve kendine gelmiştir. Bundan sonra yemeğini normal yemeye başlamıştır. Daha sonra Kırksekiz yaşında Hacc'a gitmiştir.
İsmail Fakirullah Hz' nin biri kız olmak üzere 5 çocuğu vardı.İbrahim Hakkı Hz' nin üstadı olan İsmail Fakirullah Hz'nin büyük kerametleri olmuştur. Bunlardan bir tanesi de kuyu hadisesidir. İsmail Fakirullah Hz 48 yaşında iken komşularından biri vefat eder. Onların evlerine taziyeye gider. Taziyede bulunduktan sonra namaz vakti izin alıp, eve dönmek isterken avluda bulunan ve içinde su bulunma yan 22 metre derinliğinde bir kuyuya düşer. İsmail Fakirullah Hz'nin camiye gelmediğini gören cemaat. İsmail Fakirullah Hz'ni aramaya başlar.Nihayet taziye evinden çıkanlar İsmail Fakirullah Hz'nin kuyudan seslerini işitirler.Bunun üzerine kuyuya biri inerek İsmail Fakirullah Hz' ni kuyudan çıkarır. Büyük mürşid kuyudan çıkarılırken sarığı başında, terliği ayağında ve kaşındaki ufak sıyrık haricinde vücudunda her hangi bir yara veya kırık olmadığı halde olup bitenlerden habersiz hala o manevi mecliste içtiği muhabbet ve ilahi aşk şarabının etkisiyle istiğrak halindeydi. Kendisini kuyudan çıkarmak isteyenlere "Beni kendi halime bırakın artık benim sizinle işim kalmadı benden uzaklaşınız" diyerek kendisini mevlasıyla o manevi mecliste hazır bulunan evliya ruhlarıyla baş başa bırakmalarını ısrarla istemiştir. İsmail Fakirullah Hz ayıldığında kuyuya düştüğ ünden haberi olmadığını ancak kuyuda bulunduğu zaman zarfında yüce ALLAH'ın tecelli sıfatlarıyla müstağrik olduğunu birçok evliyanın ruhlarıyla tanıştığını ifade eder.
İsmail Fakirullah Hz.'nin istiğrak hali 8 yıl boyunca devam etmiştir. 9.yıl istiğrak halinden ayrılıp cenab-ı Hak'tan aldığı feyz ile insanları hak yoluna irşada başlamıştır. Bir tarafta "Uvey siye" tarikatının esasları doğrultusunda her kesimden insanları irşad ederken diğer taraf taşer-i ilimler ve müspet ilimlerde dünyaca ünlü meşhur ilim adamları yetiştirmiştir. Hay atını Hak yolda insanları irşad etmekle geçiren bu büyük veli hicri 1146,Miladi 1734 sen esinde ruhunu mevlasına teslim etmiştir. Kabri Tillo kabristanlığı'nda kendi istemiyle anılan türbededir. İsmail Fakirulluh Hz'nin vefatından sonra halka tanıtan İbrahim Hakkı Hz 'dir. Her sene binlerce kişi türbesini ziyaret etmektedir.

Cunda Adası



Cunda (Alibey) Adası'nın bugünkü ismi, Kurtuluş Savaşı'nda padişahın 'Yunanlılara teslim olun' emrine karşı gelerek silahlı mücadeleye başlayan ilk birliğin kumandanı Yarbay Ali Çetinkaya'ya ithaftır. Ada daha önce Cunda ve Moshonisia (Kokuluada) isimleriyle tanınıyordu. Piri Reis'in Kitab-ı Bahriyesi'nde bahsettiği Yund Adalarının bu bölgeye ait olduğu tahmin edilmektedir.

Adanın nüfusu 2000 yılı itibariyle 5.000'dir. Ancak bu rakam yazın 20.000'e kadar çıkabilir. Adanın nüfusunun çoğunluğu Girit ve Midilli adalarından 1924 mübadelesi zamanında göç eden Türkler'den oluşmaktadır. Bu yüzden adanın yaşlı nüfusunun çoğu dünyada 15.000.000 kişinin konuştuğu Rumca-Yunanca'yı bilmektedir. Son yıllarda ada nüfusu, emeklilik günlerini sakin bir yörede geçirmek isteyen büyük şehir sakinleri tarafından arttırılmıştır.

Balıklıgöl Gece

Balıklıgöl



Harran Ovası'nın bereketli topraklarından sonra en fazla gelir getirebilecek, ancak nedense tanıtımının yapılmadığı Halil-ür Rahman ya da yaygın adıyla Balıklı Göl'ün efsanesine...

Üç büyük dinin de tanıdığı İbrahim Peygamber, inanışlara göre bu topraklarda doğdu. Bir gün baş kâhin, Kral Nemrut'a gelir ve o yıl doğacak bir çocuğun putperestliği ortadan kaldıracağını ve kendisini öldüreceğini söyler. Bunun üzerine kral, o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Nemrut'un askerlerinden olan Azer, karısı Nuna Hatun hamile olduğundan, onu kale yakınlarındaki bir mağaraya gizler.

Nuna Hatun, oğlu İbrahim'i doğurduktan sonra, onu mağarada bırakarak eşinin yanına döner. Bir rivayete göre Hazreti İbrahim kendi baş parmağını emer ve parmağından gelen sütle beslenir, bir başka rivayete göre de bir ceylan onu emzirir.
Büyüdüğünde babasının yanında yerini alır. Fakat onların inandığı putlara değil, dünyadaki her şeyin yaratıcısı olduğuna inandığı tek Tanrı'ya tapar. Bu uğurda babasının ve tabii ki Kral Nemrut'un da taptığı putları kırar. Nemrut bu olaya çok sinirlenir ve İbrahim’in öldürülmesini emreder. O gün ülkede yemek için dahi olsa ateş yakılması yasaklanır, bütün odunlar toplanır ve büyük bir ateş yakılır.

Hazreti İbrahim Urfa kalesinin burçlarında hazırlanan mancınığa konularak bugün Balıklı Göl'ün (Halil-ür Rahman Gölü de deniliyor) olduğu yere atılır. Bu sıra Tanrı buyruğuyla ateş suya, odunlar balığa dönüşür. Hazreti İbrahim ise

Balıklı Göl’ün hemen yakınındaki gül bahçesine düşer. Yine bir rivayete göre sevgilisi olduğu söylenen (ya da Hz. İbrahim’e inanan tek kişi) ve aynı zaman kralın kızı olan Zeliha da kendini İbrahim Peygamber'in arkasından atar ve hemen Balıklı Göl’ün arkasında Ayn-ı Zeliha Gölü oluşur. Başka bir deyişe göre de, Ayn-ı Zeliha Gölü, arkasından ağlayan kral kızı Zeliha'nın gözyaşlarından doğmuştur.

Taşkonaklar



Eski Uçhisar beldesinin tam kalbinde, tarihi ve mistik kalıntılar üzerine yıllarca süren titiz bir restorasyon sonucu kurulan Taşkonaklar; her türlü konfor ile donatılmış mağara odaları ve suitleri ile eşsiz bir butik hizmet veren otel olarak Kapadokya'da hizmetinizdedir.
www.taskonaklar.com

Mecidiye Tabyası ve Seyit Onbaşı Heykeli



Mecidiye Tabyası, Kilitbahir Köyü’nün 300m. güneyinde, Kilitbahir-Behramlı yolu üzerinde bulunmaktadır. Tabyanın hemen kuzeyinde Mecidiye Şehitliği ve anıtı, doğusunda yolun kenarında Seyit Onbaşı’nın heykeli bulunmaktadır.

Bu tabya, II. Abdülhamit döneminde Asaf Paşa tarafından yaptırılmıştır. Tabyada 8 adet bonet, 16 top yeri vardır. Bonetler kesme taşlarla yapılmış ve üzerleri toprakla örtülmüştür. Çanakkale Savaşları’nda 4 adet 9,4 puss’luk (24cm. çapında), 2 adet 11 puss’luk (28cm. çapında toplam 6 adet top kullanılmıştır. Deniz Savaşı’nda tabyanın bombalanması sonucu 16 şehit verilmiştir. Ayrıca Seyit Onbaşı’nın görev yaptığı tabyadır. Bu tabya, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir.

Mecidiye Tabyası ve Seyit Onbaşı Heykeli, Kilitbahir-Behramlı yolunun kenarında, Kilitbahir Köyü’ne yaklaşık 300m. mesafededir. Seyit Onbaşı, Mecidiye Tabyası’nda görevlidir. 18 Mart 1915 tarihindeki Deniz Savaşları’nda bu tabya oldukça hasar görmüştür. Bu bombardımanda, tabya 16 şehit vermiştir.

Seyit Onbaşı, Balıkesir’in Havran İlçesi’ndendir. Bombardımanda sağ kalan Niğdeli Ali Çavuş’un yardımıyla sırtına 275kg. ağırlığında top mermisi alır ve vinç aksamı bozulan topun namlusuna yerleştir. Göz kararıyla ateşlediği mermi İngiliz Ocean Zırhlısı’nın dümen aksamına isabet eder. Dümeni tahrip olan gemi Nusrat Mayın Gemisi’nin döşediği mayınlardan birine çarparak batar. Bu olay, askere oldukça büyük bir moral kazandırmış, Türk’ün gücünü tüm dünyaya göstermiştir. Bombardımanın ertesi günü Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa buraya gelir ve Seyit Onbaşı ile tanışmak ister. Seyit’e yaptığının çok büyük bir olay olduğunu ve bu anı ölümsüzleştirmek istediğini söyler. Bu sebeple yerden bir top mermisi almasını ve fotoğraf çekmek istediğini söyler. Seyit Onbaşı mermiyi yerinden dahi kıpırdatamaz. Bunun üzerine merminin ahşaptan maketi yapılır ve çeşitli yayınlarda olan Seyit Onbaşı’nın resmi çekilir. Fotoğrafın çekildiği yer ise Namazgah Tabyası’dır. Seyit Onbaşı, savaştan sonra memleketine döner ve hamallık yaparak geçimini sağlamaya çalışır. 1934 tarihinde Mustafa Kemal’in bölgeye yaptığı ziyarette Havran İlçesi’ne gelir ve Seyit Onbaşı ile tanışır. Tanışma esnasında Seyit’in durumunun kötü olduğunu öğrenir, etrafındakilere dönerek “Efendiler, bu ve bunun gibi kahramanlara iyi bakın. zira biz Cumhuriyeti bunlar sayesinde kurduk.” der ve Seyit’e bizzat kendisi maaş bağlar. Seyit, 1939 yılında memleketinde ağır gripten ölmüştür.

Ihlara Vadisi



Büyük yeryüzü değişikliklerinin olduğu III. Jeolojik zamanda güneydeki Toros Kırışımları ile kuzeydeki çöküntü alanı arasında kesintili bir volkanik zincir meydana gelmiştir. Bu kırılmalar sonucu Ihlara Vadisi Hasan Dağı eteğinde bulunan bu dağdan akan bazalt ve andezit yoğunluklu lav tabakası ile kaplanmıştır.

Lavlar soğumaya başlarken meydana gelen çatlak ve çökme sonucu oluşan konvoy yağmur ve rüzgarların meydana getirdiği erozyonla daha da genişlemiştir. Vadinin içerisinde akmakta olan Melendiz Çayı hem erozyonu hızlandırmış hem de vadi tabanını oyarak daha da derinleştirmiştir.


Ihlara Vadisi adını aldığı Ihlara Kasabası’nda başlar, Selime Kasabası’nda son bulur. Toplam 14km. uzunluğundadır. Ihlara Vadisi birçok medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Sırası ile İ.Ö. 1900’lü yıllarda Hititler Asurlular ve
Mısırlılar’dan korunmak amacı ile yerleşmiş İ.Ö. 1200 yılında Anadolu’yu istila eden Frigler Hitit Devletine son vermişler ve bölge Frigler egemenliği altına girmiştir.

Daha sonra Kapadokya krallığı kurulmuş ve Kral Archelus adı verilmiştir. Sonra Roma İmparatorluğu kurulmuştur. Hz. İsa’nın doğumu ve peygamberliğini ilan etmesinden sonra bölgede tek tanrılı dine geçiş sonrasında yeni savaşlar başlamış ve Ihlara Vadisi korunma amaçlı olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Roma İmparatoru Konsantinus’un 313 yılında Hıristiyanlığın serbestçe yayılabilen bir din olduğunu benimsemesinden sonra bölgede yine savunma ve ibadet amaçlı birçok kilise inşa edilmiştir. İmparatorun annesi Helena’nın da Kudüs’e hacca giderken bu bölgeden geçmesi de dini etkinlikleri arttıran faktör olmuştur.


Ihlara Vadisi’nde 5000 yerleşim yeri ve 105 adet kilise bulunmaktadır. Bölgeye 11 ve 13 yy.da Anadolu Selçuklu Devleti egemen olmuştur. Ihlara Vadisi aynı zamanda bir mumyalar vadisidir. 13.yy.’da Anadolu’ya giren Moğollar bölgede birçok tahribat yapmışlar ve sırayla Karamanoğulları’nın egemenliğine giren bölge 1470 Fatih Sultan Mehmet’in Aksaray’ı fethinden sonra Osmanlı egemenliğine girmiştir. Bölge 1960 yılında dünya turizmine kazandırılmıştır.

Kemaliye



Kemaliye (Egin) çevresinde yerleşen ilk unsurların Kafkasya üzerinden Anadolu'ya inen Orta Asya Türkleri olduğu hususunda ortak bir kanı vardır. Türk boylan Fırat yolunu izleyerek hayvancılığa en uygun yaylalarda yerleşmiş olmaları bu kanıyı kuvvetlendirmektedir. Egin kenti, ilk ve orta çağlarda bazen yerli serdergeler, İran ve Romalılar arasında el değiştirerek yönetilmiştir. V. yy Pers dönemi, VI. yy'da Bizans dönemidir. IV. yy'da Sasaniler'in eline geçti. Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılışı ile Bizans toprakları içinde kalan Egin, VII. yy'da Arap saldırısına uğradı. İslâm-Arap egemenliği XI. yy'a, Alpaslan'ın 1071 tarihli Malazgirt Zaferi'yle bölgeye yerleşmesine kadar sürdü. Bu dönemin karakteristik niteliği, Bizans ve Arap kültürünün bölgeye hakim oluşudur.
Türk boylarının Anadolu topraklarına ilk akınları 1015-1016 yıllarına rastlar. Fırat bölgesine yürümeleri, Malatya, Harput gibi önem arz eden kentleri zapt etmeleri de 1058 yılıdır. Bu tarihlerde Türk toplulukları bölgeye yerleştirilmiştir. Bölge daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlı Devleti ve Akkoyunluların egemenliği altında yönetildi. Bu dönem içinde egemen olan yerler arasında Egin de vardı. Bu dönem çok sıkıntılı geçmiş, insanlar göçe zorlanmıştır. Timur istilasından sonra, Çelebi Mehmed döneminde (1413-1421) Osmanlı topraklarına katıldı. Bu tarihten sonra kent, "Egin" adını aldı. Bu tarihte başlayan Osmanlılar döneminde Egin adı kentte görülen ticari hayatın canlılığı nedeniyle ünlenmiştir.
Türkiye cumhuriyetinin teessüsünden sonra Egin adı, Mustafa Kemâl Paşa'nın ismine izafeten, Kemaliye'ye çevrilmiş ve kaza ise, evvelce El'aziz'e (şimdiki Elazığ) ve sonra Malatya'ya tâbi iken, II Mayıs 1938 tarihli kanun ile, Erzincan vilâyetine bağlanmıştır. Cihannüma ve Evliya Çelebi Seyahatname'si gibi, XVII. asır kaynakları Egin'i, bol meyve yetiştiren bağlık bahçelik bir kasaba olarak zikrederler. Evliya Çelebi, Egin'in Sivas eyaletine bağlı bir kaza olmakla beraber, köylerindeki reayanın tekâlifi örfiyesinin Malatya muhassılı tarafından alındığını, kalesinin Çelebi Sultan Mehmed tarafından emân ile alınmış olup, orada yaşayan 300 kadar Hristiyanın vergiden muaf bulunduğunu kaydetmekte, gerek kalede ve gerekse aşağı şehirde 1.000 kadar üstü toprak örtülü mâmur evleri olduğunu söyler.

Yürüyen Köşk Yalova

DRI çekim tekniğiyle yürüyen köşk





Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, Türk tarımında modern tekniklerin kullanılması, çevre üreticilere örnek olunması amacıyla bilim, hizmet ve nitelikli materyal üretimi için kişisel mülki olan Yalova’nın doğusundaki Millet Çiftliği’ni bu amaca uygun olarak düzenletmiştir. Çiftlik içinde, deniz kıyısında, ikameti için 1929 yılında bir çınarın yanında iki katlı mütevazi bir köşk yapılmıştır.
Yürüyen Köşk, Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü arazisi içinde bulunan iki katlı dörtgen planlı, ahşap karkas küçük bir yapıdır. Deniz tarafından 11 sütun ile
çevrili mermer tabanlı açık bir alana ve otuz metre uzunluğunda ahşap bir iskeleye sahiptir. Köşkün giriş katında, küçük bir çay ocağı, küçük bir oturma odası ve üç cephesi kristal camlarla kaplı toplantı salonu ile tuvalet ve duş bulunmaktadır. Ahşap bir merdivenle çıkılan ikinci katta ise dinlenme odası ile küçük bir yatak odası, tuvalet ve banyo bulunmaktadır. Bu küçük köşke Atatürk'ün isteği ile mutfak yapılmamıştır.
Atatürk bir gün çiftliğe gittiğinde köşkün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini sorar. Bahçıvan ağacın dallarının uzadığını ve binanın duvarlarına dayandığını söyler. Aldığı cevaptan tatmin olmayan Atatürk, düşünülmesi bile imkânsız olan bir emir verir:
"Ağaç kesilmeyecek, bina kaydırılacak."
Görev İstanbul Belediyesi Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi sorumluluğuna verilir. Başmühendis Ali Galip Anlar yanına aldığı teknik elemanlarıyla Yalova'ya gelerek çalışmalarına başlar. 8 Ağustos 1930 tarihinde önce bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel
seviyesine inilir. İstanbul'dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim santim çalışılarak bina, yapı altına sokulan raylar üzerine oturtturulur. Artık binanın raylar üzerinde kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılması aşamasına gelinmiştir.
Güzel ve sıcak bir yaz akşamında Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Atadan, Vali vekili Muhittin Bey, Fen Müdürü Ziya Bey ve gazeteci Yunus Nadi nezaretinde bina 4.80 metre civarında kaydırılır. Bu olağanüstü ve riskli iş 10 Ağustos 1930 tarihinde tamamlanır ve çınar ağacı da kesilmekten kurtulur.

Kilitbahir Kalesi



Kilitbahir Kalesi, 1452'de İstanbul kuşatması esnasında Papalık Donanması’nın Bizans İmparatorluğu’na yardım etmesini önlemek amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından Çanakkale'nin karşısındaki Kilitbahir köyünde yaptırılmıştır. Kale, iç ve dış sur duvarlarından ve avlu içinde 7 katlı üçgen bir kuleden oluşmaktadır. İç kale 7 katlıdır. Daha sonra ilk kez 1541 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından restore edilmiş, bu restorasyon esnasında güney kısmı çevreleyen bir sur duvarıyla dış uçta bir kule (Sarıkule) inşa edilmiştir. Kale, 1870 yılında Sultan Abdülaziz tarafından ikinci kez restore edilmiştir. Kuzey bölümünün orijinal dış deniz duvarı günümüzde yoktur. Bu bölümün kuzey parçası 1893-1894 yıllarında II. Abdülhamit tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Dış sur duvarları (dış kale) 4 m, ikinci dış kale 18 m, iç kale 30 m yüksekliğindedir. Duvar kalınlıkları 4-6 m arasındadır. Deniz duvarlarının güney kısımları top mazgalı olarak kullanılmıştır. Kale, tümüyle kaba yontulmuş taşlarla inşa edilmiştir. Açıklık kısımları kiremit kemerli olup, kapı ve pencereler beyaz mermerden yapılmıştır. Kale, Çanakkale Savaşları’nda çok önemli rol oynamıştır. Bu kale, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından “Korunması Gereken Kültürel Varlık” olarak tescil edilmiştir.

Göbeklitepe Şanlıurfa



Göbeklitepe Höyüğü, Şanlıurfa'da bir tepe üzerine kurulu Cilalı Taş Devrinden kalma mabet.
1963'te fark edilen dokuz hektarlık kazı bölgesinin önemi yaklaşık 10 yıl kadar önce tarlasını karasabanla sürerken bulduğu oymalı taşı müzeye götüren Mahmut Kılıç sayesinde anlaşılabilmiştir.
Şanlıurfa'ya 20 km'lik bir mesafede, Örencik Köyü yakınlarındadır. 1995 yılında ilk kez Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlandı. Kazılar Alman arkeolog Doç. Dr. Klaus Schmidt’in başkanlığında yürütülmekte olup, her yıl eylül ve ekim aylarında 10 haftalık bir süreç içinde yapılmaktadır.
Günümüze kadar yapılan kazılar sonucunda bir Cilalı Taş Devri yerleşimi olduğu anlaşıldı. Tarihi MÖ 11 binyıllarına uzanan, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar günyüzüne çıkartıldı. Bölgenin önemi ise günyüzüne çıkarılan en büyük tapınma alanını barındırmasıdır.
Günümüze kadar yapılan kazılarda elde edilen bulgular çerçevesinde uzmanlar Cilalı Taş Devri insanının henüz çevresindeki hayvanları evcilleştiremediğini düşünmektedir.

İshak Paşa Sarayı



Sarayın yapımını 1685'de Doğubeyazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Paşa başlatmış, saray onun oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa ve torunu Mehmet Paşa tarafından 1784'te bitirilmiştir. 7.600 m² bir sahada yapılan sarayın inşaası 99 yıl sürmüştür.
Türk mimarisinin en güzel örneklerinden olan İshakpaşa Sarayı; Türkistan, Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerini birleştiren bir yapıdır.Camiinin kubbeleri Türkistan kubbeleri gibidir. Saray Topkapı Sarayı'nı andırır, kapıları ise Selçuklu stilindedir.
50 x 115 metre alanı kapsayan sarayın Harem Dairesi iki katlı, diğer bölümleri tek katlı idi. Günümüzde ikinci kat tamamen yıkılmış durumdadır. Saraya ancak doğudaki tepeden açılan bir kapıdan girilir. Diğer tarafları 20-30 metre yükseklikte sağlam duvarlarla çevrilidir. Kapıdan, önce dış avluya girilir. Dış avlunun etrafında uşak ve seyis odaları ve tavlalar vardır. Dış avludan iç avluya kemerli tak şeklinde büyük bir kapıdan girilir. İç avluda çeşitli odalar ve koğuşlar vardır. Ortadaki harem dairesinin duvarlarında İshak Paşa'yı öven yazılar bulunmaktadır. Kapının iki yanında iki aslan heykeli vardır. Divan odası (toplantı salonu) ise 20 metre genişlik ve 30 metre uzunluktadır.
Aynı zamanda, dünyanın ilk kalorifer tesisatı döşenen sarayıdır.
Eskiden sarayın olduğu yer, sarayın tam ortada bulunduğu bir yerleşim merkeziydi. Ova tarafında evler, diğer yanlarda camiler, mezarlık ve diğer yapılar vardı. Fakat bu yapıların hepsi yıkılmıştır. Saray son yıllarda yapılan tamirat ile tamamen yıkılmaktan kurtarılmıştır.

Hasankeyf



Ortaçağ İslam tarihçileri tarafından ''HISN KEYFA” adıyla bilinen şehrin birkaç adının daha olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılıyor. Doğal kayalardan oluşan sarp kalesi ve korunmaya elverişli coğrafi yapısı nedeni ile bu aldığı sanılıyor. İslâm coğrafyacısı Yakut el-Hamevi, buraya Hısn Keybâ da dendiğini ve bunun Ermenice’den geldiğini sandığını söyler. Roma tarihçileri buraya Kipas, Cehpa veya Ciphas adlarını vermişlerdir. Süryanice’de kaya taş manasına gelen “kifa” kelimesinden dolayı bu adın verildiği de söylenmektedir. İslami kaynaklara göre burası “Hısn Luğûb” adıyla biliniyordu. Osmanlı belgelerinde ise “Hısnkeyf” olarak geçmektedir.

Bozcaada Tenedos



Bozcaada tarih boyunca konumu itibariyle staretejik öneme sahip olmuştur. Gezginlerin, tarihçilerin, edebiyatçıların ilgisini çekmiş, hakkında pek çok eser yazılmıştır. Son yıllarda da yerli ve yabancı turistler için bir cazibe merkezi olan Bozcaada havası, denizi, ege rüzgârlarından beslenen bağlarından elde edilen üzümlerden yapılan şarapları, Türk ve Rum kültürünün birleştiği eşsiz mutfağı ve Bozcaada’ya özgü misafirperverliğiyle konukları ağırlamakta ve turizm alanında hızlı gelişim kaydetmektedir.
Antik çağda Leukophrys,Yunan Mitolojisinde ise Tenedos adıyla bilinen Bozcaada’nın ilk sakinleri Akaların bir kolu olduğu ve M.Ö. 2000 yıllarında yerleştikleri tahmin edilen Pelasg’lar (Pelazziler)dır.Akalardan sonra Ada’ya sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar ve Yunanlılar hakim olmuştur. Ada M.Ö.493’de Pers istilasına uğramış,M.Ö.334 yılında ise Pers istilasına son veren Büyük İskender devri başlamıştır.Bergama Krallığından sonra M.Ö.168 yılında Roma hakimiyetine girmiştir.Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesiyle Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğuna dahil olmuştur.1203 yılından sonra Bozcaada üzerinde Bizans-Ceneviz-Venedikliler arasında egemenlik mücadelesi başlamıştır.
Bozcaada ilk defa 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet devrinde Osmanlı İmparatorluğu’na katılmıştır. Osmanlı ile Venedik arasında Bozcaada için mücadeleler olmuş,Ada zaman zaman Venedik hakimiyetine girmiştir.Bozcaada Osmanlı döneminde bir kale dizdarı ve kadı tarafından yönetilmiş,19.yüzyılın sonlarında Merkezi Sakız ve Rodos olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaletinin Midilli Sancağına bağlı bir Kaymakamlık olarak teşkilatlanmıştır.Bu dönemde Ada’da Belediye dairesi bulunmaktadır.
1912 yılında Balkan Savaşı sırasında Yunan donanmasınca işgal edilmiş olup, Lozan Antlaşması sonucunda 20 Eylül 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır.

 BU DA ÇEKİM ANI :)) 

İNNOVA RESORT SPA BELEK


Karanlık Kilise

Karanlık Kilise 11. yüzyılda inşa edilen bir manastırdır. Kubbeli bir kilise olup dört kolon ve bir büyük, iki küçük kubbeye sahiptir. Kubbelerde Yeni Ahit’den sahneler resmedilmiştir. Bölgenin Türkler tarafında alınmasından sonra 1950’lere kadar güvercinlik olarak kullanılmıştır. Güvercin pislikleri 14 yılda temizlenen freskler tüm Kapadokya’da en iyi saklanan fresklerdir. Kilisenin ismi tüm kiliseyi sadece küçük bir pencerenin aydınlatmasından ileri gelmektedir. Bu pencere sayesinde kiliseye çok az ışık girebilmiş ve süslemelerin renk zenginliği bu sayede günümüze kadar gelebilmiştir.

Gendarmenmarkt Almanya

Gendarmenmarkt, Berlin'de Konzerthaus, Fransız Katedrali ve Alman Katedrali'nin bulunduğu bir meydan.
Meydan onyedinci yüzyıl sonunda Johann Arnold Nering tarafından Linden-Markt adıyla oluşturulmuştur. İlk olarak I. Friedrich'in Friedrichstadt projesinin bir parçası olarak ortaya çıkan meydan, 1773'te Georg Christian Unger tarafından yeniden inşa edilmiştir. Gendarmenmarkt adı 1773 yılına kadar meydanda görevli olan Gens d'Armes birliğindeki atlı süvarilerden gelmektedir.
II. Dünya Savaşı sırasında buradaki yapıların çoğu büyük hasar gördü ya da yıkıldı. Günümüzde bu yapılar eski durumlarına uygun şekilde restore edilmiştir. Simetrik yapısı ve iki yanındaki kubbeli kuleler dolayısıyla meydan Roma'daki Popolo Meydanı'na benzetilmektedir.

Uçhisar




Kalesiyle ünlü olan Uçhisar'da zamanında Hristiyanların yaşadığı bilinmektedir. Kale içinde bilinmeyen gizli yollarla saklanma amaçlı kullanılmıştır. Kalenin en üstünde 3 tane mezar bulunmaktadır. Yine kayalar oyularak oluşturulmuş mezarlardır bunlar. Boyut olarak küçük olduğu için ve kale içindeki geçitlerin küçüklüğünden dolayı bir efsaneye göre cücelerin yaşadığı bir yer denilmektedir.

Selime Katedrali


Kayalara oyulmuş yüksek bir yerde olan Katedral içinde iki sıra halinde sütunlar mevcuttur. Bu sütunlar Katedrali üç sahana ayırmıştır.
Üç nefli bazilikal planlı kilisesi, bölgedeki bu plan tipinin tek temsilcisidir. Manastır, 8. İle 9. yüzyıl veya 10. yüzyıla, kilisedeki figürlü freskler, 10. yüzyıl sonu ile 11. yüzyıl başlarına tarihlenmektedir.
Sahneler: İsa’nın Göğe Çıkışı, Müjde, doğum, Üç Müneccimin Tapınması, Çocukların Öldürülmesi, Mısır’a Kaçış, Elizabet’in Takip Edilmesi, Vaftiz, Meryem’in İlk Yedi Adımı, Meryem’in Mabede Takdimi, Koimesis, Piskopos tasvirleri yer almaktadır.